Planladığımız gibi sabah saat 6:00 da kalktık.
Her yer sessiz, sakin.
Deniz dümdüz.
Necat ile fırına gittik. Içerisi mis gibi kokuyor.
Fırının sahibi çok tatlı bir madam.
Bize güler yüzle hizmet ediyor.
Ekmek, kurasan v.s. kahvaltılık bir şeyler aldık.
Tekneyi de neta ettikten sonra yola çıkmaya hazırız.
Demirimizi toplayıp, usul usul Katapola'dan ayrıldık.
Hedefimiz Kalymnos, Emborios koyu
Sabahın ilk saatleri eğer hava da sakinse, seyir hep sakin geçiyor.
Ekip uyuyor. Bir Necat, bir ben.
Ufak tefek fırından aldıklarımızı atıştırıyoruz.
Sancağımızda Amorgos, upuzun bir ada.
Doğuya doğru Katapola'dan itibaren yaklaşık 10 mil sizinle geliyor.
Tam ortalarda bir yerde çok tuhaf bir doğa olayına şahit oluyoruz.
Hava neredeyse sıfır.
Amorgos'un tepeleri sis kaplı.
O sis su gibi bir yarık bulmuş, taa tepelerden denize akıyor !
Akıyor dediysem mecazi anlamda değil, bayağı şelale gibi akıyor.
Seyirde kayda değer birşey yok.
Yaklaşık 8 saat motora kuvvet gidiyoruz.
Ekip uyandıkça ortam neşeleniyor.
Ilerleyen saatler yine tavla meydan okumaları, yenilen içilenler, deniz ortasında mola verip yüzme seansları ile geçiyor.
Böylece öğlen 14:30 gibi Emborios'a varıyoruz.
Tonozlar müsait.
Artistico'nunkiler hariç bir tanesini seçip bağlanıyoruz.
Onlarla daha önceleri sevimsiz bir deneyimimiz olmuştu.
Burada favorimiz Kaptan Kostas.
Mezeler, yemekler ve hizmet gayet güzel.
Ekipte herkes kendi havasında.
Bizde Necat'la sahilde masaya kurulduk.
Keyfimiz gayet yerinde.
Burada artık seyahat bitti sayılır.
Eve dönüşümüz 17si, bugün 13ü.
Gelecek hava yüzünden kendimizi biraz erken bu taraflara attık ama olsun.
Buralarda da oyalanırız biraz.
Artık bu yazının pehlivan tefrikası gibi uzamaması için çok kısaca bir özet yapayım.
Geceyi Emborios' da geçirdikten sonra ertesi gün saat 11:00 gibi ana limana gittik.
Necat'lar Kalyimnos'u görmemişler. Biraz dolaştılar.
Sonrasında çıkış işlemlerimizi yaptırdık.
Yunanistan tarafında bu işleri yaptırmak çok basit.
Kimseye para falan ödeyip yaptırmanıza gerek yok.
Bizde, yaklaşık 1,5 saatte bitirdik.
Asıl hikaye bizim tarafta.
Hava cayır, cayır eserken, Yalıkavak'da marinadan çıkın, gümrüksüz sahaya önümüze gelin, tekneyi göreceğiz demeler.
Liman görevlisinin, bizim yazıcımız bozuk transitlog basamıyoruz demesi.
Elle yazın diyince, çok yoğunuz işimiz başımızdan aşkın demesi.
Bomboş koridoru ve ofisi gösterip, sessizlikte uçan sineğin kanat vızıltısını hatırlattığımızda, adamın ofisinin kapısını yüzümüze kapayıp içeri kaçması v.s.
Daha çok şeylerin düzelmesi ve değişmesi lazım.
Tamam, zamanla herşey düzelir ama ben gelmişim 50 yaşıma, benim bekleyecek zamanım yok !
Tefrikamızı burada sonlandırıyoruz.
Hepimiz için güzellikler dolu, çok daha yaşanası bir ülke dileklerimle.
TANER
T A L Y A
41 feet boyunda 2003 Bavaria yelkenli tekne. Birlikte tüm Ege ve Akdeniz'i geziyoruz.
13.08.2017
12.08.2017
Cyclades -8-
Bu Amorgos acayip bir ada.
Geçen geldiğimizde bende çok acayip duygular uyandırmıştı.
Yine aynı duygular.
O sarp, denize dik inen yamaçlarından mıdır, nedendir bilmem.
Chorası çok sevimli.
Plajlar genelde kum değil kayalık.
Sırt çantalı gençler sıkça geliyorlar.
Büyüklüğüne rağmen çok turistik değil, sakin.
Bizden önce Manana'yı Cyclades'lere getiren ekip Leros'dan çıkınca direk buraya gelmişlerdi.
Araba kiralama konusunda bize Thomas'ı önerdiler. Gittik.
Thomas Amorgos'lu. Ama tam bir anglosakson edası var.
Mavi gözler, uzun boy, Yunan'lılara göre değişik bir tip.
Toplam 7 kişi olduğumuzdan bir araba bir de motor kiraladık.
Bizim oğlan bu adalarda motor seyrine bayılır.
Küçüklüğünden beri benim arkamda, Yunan adalarında oradan oraya keşifler yaparız.
Adalarda görmediğimiz yer bırakmamışızdır bu motorlar ile.
Herif şimdi 17 yaşında, tutturdu motorda motor diye, kıramadım tabii ki.
Bir 18 olayım sana ihtiyacım olmayacak, kendi motorumu kendim kiralayacağım diyor. (:
Arabaları aldıktan sonra ilk işimiz benzinci bulmak oldu.
Thomas arabayı-motorun deposunu boş veririm, boş alırım diyor.
Depoları doldurduktan sonra başladık tırmanmaya.
Hedef Agia Anna plajı.
Chora'ya çok uzak değil.
Plaja varıp araçları park ettik.
Yukarıdan bakıyoruz, aşağıda insanlar taşların dibinde yüzüyorlar.
Çıplaklar, yarı çıplaklar, giyinikler, sevişenler. Tam curcuna.
Plaja gitmek için bayağı aşağı inmek gerekiyor.
Ya, her inişin bir çıkışı var iye düşünerek başlıyoruz inmeye.
Çok güzel bir yüzme faslından sonra tekrar geri tırmanıp yukarıdaki kafede buz gibi Mytos'larımızı yudumluyoruz.
Ardından hedef Chora.
Köyde çok güzel yerel bir restaurantda tıka basa doyuyoruz.
Hava iyice karardı.
Bizim oğlanı arkaya atıp, yarın erken ayrılacağımızdan motoru ve arabayı Thomas'a teslim edip tekneye gidiyoruz.
Yarın kalkış yine sabah 6:00
Hedef Kalymnos.
Dodecanes'ler telafuz edilmeye başlandığında artık oralar bizim mahalle gibi geliyorlar bize.
Necat ile yarın neler yapacağımız planlayıp yatıyoruz.
Cyclades -7-
Bu gün Amorgos yolcusuyuz.
Dünden erken kalkıp yola çıkmayı planlamıştık. Yolumuz yaklaşık 35 mil.
Hava 14-18 arası esecek diyor raporlar. Bu mevsimde bulunmaz nimet.
Necat ile 6:00 kalkıp motoru çalıştırdık.
Herkes uyuyor. Böylesi çok daha iyi.
Uyandıklarında ya yeni limana/koya gelmiş oluyoruz, yada bir-iki saat kalmış oluyor.
Amorgos'a yaklaşık 4-5 saatlik yolumuz var,
Ios liman'dan sakince çıktık.Henüz liman içi coşmamış.
Lucas'ın söylediğine göre rüzgar liman içine çevre tepelerden anafor yaparak iniyor ve liman içini azdırıyor.
Biz çıkarken bile liman içi dışarıdan daha rüzgarlı.
Limandan çıkar çıkmaz sancak yapıp Kuzey'e yöneldik.
Kısa bir süre Kuzey'e tırmanıştan sonra Doğu'ya yani Amorgos'a doğru dümen tuttuk.
Naxos-Paros kanalından aşağı esen rüzgar 20-25 leri bulunca yelkenleri birinci camadanda bastık.
Tekne hemen atarlandı ve 8-8,5 knot civarında nefis apaz seyir ile hedefe doğru koşturmaya başladık.
Aklımda hep olta takımını düzüp hemen arkadan sallamak ver.
Fakat Necat'lar Mallorca'dan gelirken, oltayı tekneye sabitleyen aparatı Ekrem abi'de (İnözü) bırakmışlar.
Herşey var fakat o aparat yüzünden oltayı hiç suya atmadık.
Saatler geçtikçe mürettebat tek tek uyanmaya başladı.
Herkesin keyfi yerinde.
Vodafon'dan 10Eur ya aldığımız 10gb lık internet paketleri hem bizim hem de çocukların çok işine yaradı. Hepsi hayatından memnun.
Ara ara yokluyorum sıkılan var mı diye. Kimsede negatiflik yok.
Bu arada biz Tuğberk ile evde tavla oynamaya başlamıştık.
Ona da söz vermiştim teknede bol bol oynarız diye.
Evden tavla taşımak yerine Atina'dan bir tane alırız diye konuşmuştuk.
Gerçekten de güzel büyük bir tavla aldık. Bizim Kapalıçarşı benzeri bir mahalleden.
Bizim tavla merakı tüm tekneye sirayet etti. Bilmeyenlere de öğrettik.
Boş bulan başladı oynamaya.
Bu arada Necat'da devamlı bana meydan okuyor.
Dedi ki, "kaybeden tavlayı koltuğunun altına alır ve o şekilde güverteyi bir tur döner".
Tamam dedim.
Üç defa Necat'ın koltuğunun altında tavla ile güverteyi döndüğünü hatırlıyorum :)
Amorgos Katapola'ya yaklaşınca hazırlıklarımızı tamamladık.
Sabah erken gelmenin bir faydası da bu. Her limanda istediğiniz gibi yer bulabiliyorsunuz.
Cyclades'ler de bu önemli çünkü büyük kapasiteli bağlanma olanakları bir kaç yer dışında yok.
Gözümüze kestirdiğimiz limanın dibine en yakın iki yelkenli arasına 50mt zincir sererek, kolaylıkla girdik.
Aslında girdiğimiz yere iki tekne girebilecek genişlik var.
Fakat biz tam ortadan iki teknelik yeri kaplayınca liman görevlisi gelip tekneyi sağa veya sola yanaştırmamızı istedi.
Adam haklı olduğu için dışımızdan birşey söylemeyip içimizden mırıldanarak tekneyi kenara aldık.
Yaklaşık 1 saat sonra boşalttığımız tarafa görevlinin bir trawler sıkıştırmaya niyetli olduğunu fark ettik.
Bayağı da büyük birşey, İngiliz bayraklı.
Yaklaşınca fark ettik ki iskele gurcatada Galatasray flaması var.
Kaptan binbir zorlukla ittire ittire aramıza girmeye çalıştı.
Rüzgaraltı olan sancak taraftaki İngiliz yelkenliyi bayağı bir zorladı.
Neyse sonunda yerine oturdu. Tekne sahipleri neden sonra içeriden çıktılar.
Biraz soğuk gibiler. Hiç hoşbeş yok !
Biz kaptan ve gemici ile sohbet ettik. Bodrum'dan geliyorlarmış. Kaptan çok dayak yedik diye şikayet ediyordu.
Cyclades'lere ilk gelişleriymiş.
Ortalık bayağı bir sıcak.
Hemen program yapıp, geçen sefer gelip dolaşamadığımız Amorgos'u bari bu sefer biraz görelim diyoruz.
İki gün içinde de hava geliyor. Yarın kendimizi bizim o tarafa atmamız lazım.
Yine sıkışıklık, yine sıkışıklık !
Ne zaman şöyle zaman baskısı olmadan sallana sallana gezeceğiz bilmiyorum !
Hakkı abi, Mustafa abi, Tunç olmaya özeniyorum.
Zaman bana baskı tapmasın istiyorum.
İstemek sahip olmanın yarısıymış.
Bakalım...
Dünden erken kalkıp yola çıkmayı planlamıştık. Yolumuz yaklaşık 35 mil.
Hava 14-18 arası esecek diyor raporlar. Bu mevsimde bulunmaz nimet.
Necat ile 6:00 kalkıp motoru çalıştırdık.
Herkes uyuyor. Böylesi çok daha iyi.
Uyandıklarında ya yeni limana/koya gelmiş oluyoruz, yada bir-iki saat kalmış oluyor.
Amorgos'a yaklaşık 4-5 saatlik yolumuz var,
Ios liman'dan sakince çıktık.Henüz liman içi coşmamış.
Lucas'ın söylediğine göre rüzgar liman içine çevre tepelerden anafor yaparak iniyor ve liman içini azdırıyor.
Biz çıkarken bile liman içi dışarıdan daha rüzgarlı.
Limandan çıkar çıkmaz sancak yapıp Kuzey'e yöneldik.
Kısa bir süre Kuzey'e tırmanıştan sonra Doğu'ya yani Amorgos'a doğru dümen tuttuk.
Naxos-Paros kanalından aşağı esen rüzgar 20-25 leri bulunca yelkenleri birinci camadanda bastık.
Tekne hemen atarlandı ve 8-8,5 knot civarında nefis apaz seyir ile hedefe doğru koşturmaya başladık.
Aklımda hep olta takımını düzüp hemen arkadan sallamak ver.
Fakat Necat'lar Mallorca'dan gelirken, oltayı tekneye sabitleyen aparatı Ekrem abi'de (İnözü) bırakmışlar.
Herşey var fakat o aparat yüzünden oltayı hiç suya atmadık.
Saatler geçtikçe mürettebat tek tek uyanmaya başladı.
Herkesin keyfi yerinde.
Vodafon'dan 10Eur ya aldığımız 10gb lık internet paketleri hem bizim hem de çocukların çok işine yaradı. Hepsi hayatından memnun.
Ara ara yokluyorum sıkılan var mı diye. Kimsede negatiflik yok.
Bu arada biz Tuğberk ile evde tavla oynamaya başlamıştık.
Ona da söz vermiştim teknede bol bol oynarız diye.
Evden tavla taşımak yerine Atina'dan bir tane alırız diye konuşmuştuk.
Gerçekten de güzel büyük bir tavla aldık. Bizim Kapalıçarşı benzeri bir mahalleden.
Bizim tavla merakı tüm tekneye sirayet etti. Bilmeyenlere de öğrettik.
Boş bulan başladı oynamaya.
Bu arada Necat'da devamlı bana meydan okuyor.
Dedi ki, "kaybeden tavlayı koltuğunun altına alır ve o şekilde güverteyi bir tur döner".
Tamam dedim.
Üç defa Necat'ın koltuğunun altında tavla ile güverteyi döndüğünü hatırlıyorum :)
Amorgos Katapola'ya yaklaşınca hazırlıklarımızı tamamladık.
Sabah erken gelmenin bir faydası da bu. Her limanda istediğiniz gibi yer bulabiliyorsunuz.
Cyclades'ler de bu önemli çünkü büyük kapasiteli bağlanma olanakları bir kaç yer dışında yok.
Gözümüze kestirdiğimiz limanın dibine en yakın iki yelkenli arasına 50mt zincir sererek, kolaylıkla girdik.
Aslında girdiğimiz yere iki tekne girebilecek genişlik var.
Fakat biz tam ortadan iki teknelik yeri kaplayınca liman görevlisi gelip tekneyi sağa veya sola yanaştırmamızı istedi.
Adam haklı olduğu için dışımızdan birşey söylemeyip içimizden mırıldanarak tekneyi kenara aldık.
Yaklaşık 1 saat sonra boşalttığımız tarafa görevlinin bir trawler sıkıştırmaya niyetli olduğunu fark ettik.
Bayağı da büyük birşey, İngiliz bayraklı.
Yaklaşınca fark ettik ki iskele gurcatada Galatasray flaması var.
Kaptan binbir zorlukla ittire ittire aramıza girmeye çalıştı.
Rüzgaraltı olan sancak taraftaki İngiliz yelkenliyi bayağı bir zorladı.
Neyse sonunda yerine oturdu. Tekne sahipleri neden sonra içeriden çıktılar.
Biraz soğuk gibiler. Hiç hoşbeş yok !
Biz kaptan ve gemici ile sohbet ettik. Bodrum'dan geliyorlarmış. Kaptan çok dayak yedik diye şikayet ediyordu.
Cyclades'lere ilk gelişleriymiş.
Ortalık bayağı bir sıcak.
Hemen program yapıp, geçen sefer gelip dolaşamadığımız Amorgos'u bari bu sefer biraz görelim diyoruz.
İki gün içinde de hava geliyor. Yarın kendimizi bizim o tarafa atmamız lazım.
Yine sıkışıklık, yine sıkışıklık !
Ne zaman şöyle zaman baskısı olmadan sallana sallana gezeceğiz bilmiyorum !
Hakkı abi, Mustafa abi, Tunç olmaya özeniyorum.
Zaman bana baskı tapmasın istiyorum.
İstemek sahip olmanın yarısıymış.
Bakalım...
11.08.2017
Cyclades -6-
Sabahları hep yoğurt, hep yoğurt bir yerden sonra bayıyor.
Bu gün normal kahvaltı yaptım. İyi geldi.
Girdiğimiz iç liman çok sakin.
Dışarı taraf ile kıyas kabul etmez.
Bu günkü plan Santorini.
Daha önce hiçbirimiz görmemiştik.
Ferry biletlerimiz aldık.
Necat ile oğlum teknede kalacaklar. Biz beş kişi gideceğiz.
11:30 da gelmesi gereken ferry bir saat gecikti.
Santorini-Ios arası yaklaşık bir saat.
Bir saat sonra adaya ulaştık.
Aşağıdan çok haşmetli bir görüntüsü var adanın.
Bu görüntü yukarıdan aşağıya bakınca çok daha müthiş oluyor.
Normal turistlerin görmesi gereken yerleri bu günübirlik turumuzda tavaf ettik.
Bu arada eski köy Oia’da güzel manzaralı bir yerde hep beraber otururken, aşağıda deniz kenarında gözüken küçük beton platform gözüme çok güzel göründü.
Talia’ya dedim ki, şu platformdan mutlaka seni yüzdüreceğim.
Böyle ahd etmişliklerim vardır.
Aşağı yukarı hepsini gerçekleştirdim.
Bunu da yapılacaklar listesine ekledik.
Santorini’yi bana soracak olursanız şöyle diyebilirim;
Mesela Mykonos insanların sosyal varlıkları ile var olan bir ada, insan yoksa adada hiç bir şey yok.
Ama Santorini bana öyle görünmedi.
Çok heybetli bir doğa mucizesi olarak gördüm ben bu adayı.
O yüzden beni çok etkiledi.
Günübirlik gittiğimiz için ben tekrar mutlaka gelmek isterim.
Beton platform ahdımız var, onun için geleceğiz zaten (:
Akşam güneşi de batırdıktan sonra ana limana döndük.
Ferry’miz saat 21:30 da.
Rutin bir seyahat sonrası Ios’a vardık.
Millet ayaklanıp bizim oturduğumuz yerden arka kapılara doğru beklemeye başladı.
Bu sırada iki genç kız dikkatimi çekti.
Avustralya aksanı ile İngilizce konuşuyorlar.
Birinin sesi çok tanıdık ama arkası bana dönük.
Biraz daha dikkat kesilince, ya bu Elayna olabilir mi dedim kendi kendime.
Bilmeyenler için, Elayna ve Riley dünya seyahati yapan bir çift.
Linkleri: https://www.youtube.com/channel/UCZdQjaSoLjIzFnWsDQOv4ww
Önce gördüğüm kız, seyrettiğim Elayna’dan çık daha kilolu geldi.
Sonra elindeki dövmeyi görünce emin oldum.
Hemen tekne çıkışında gidip konuştum.
Çok sıcak ve samimi bir kız.
Şu an Sikinos’dalarmış.
Sonraki rotaları Tunus olacakmış.
Tekneye döndüğümüzde saat 23:30 gibiydi.
Son bir tavuk gyros (cacıklı) yiyip yattım.
Bu gün normal kahvaltı yaptım. İyi geldi.
Girdiğimiz iç liman çok sakin.
Dışarı taraf ile kıyas kabul etmez.
Bu günkü plan Santorini.
Daha önce hiçbirimiz görmemiştik.
Ferry biletlerimiz aldık.
Necat ile oğlum teknede kalacaklar. Biz beş kişi gideceğiz.
11:30 da gelmesi gereken ferry bir saat gecikti.
Santorini-Ios arası yaklaşık bir saat.
Bir saat sonra adaya ulaştık.
Aşağıdan çok haşmetli bir görüntüsü var adanın.
Bu görüntü yukarıdan aşağıya bakınca çok daha müthiş oluyor.
Normal turistlerin görmesi gereken yerleri bu günübirlik turumuzda tavaf ettik.
Bu arada eski köy Oia’da güzel manzaralı bir yerde hep beraber otururken, aşağıda deniz kenarında gözüken küçük beton platform gözüme çok güzel göründü.
Talia’ya dedim ki, şu platformdan mutlaka seni yüzdüreceğim.
Böyle ahd etmişliklerim vardır.
Aşağı yukarı hepsini gerçekleştirdim.
Bunu da yapılacaklar listesine ekledik.
Santorini’yi bana soracak olursanız şöyle diyebilirim;
Mesela Mykonos insanların sosyal varlıkları ile var olan bir ada, insan yoksa adada hiç bir şey yok.
Ama Santorini bana öyle görünmedi.
Çok heybetli bir doğa mucizesi olarak gördüm ben bu adayı.
O yüzden beni çok etkiledi.
Günübirlik gittiğimiz için ben tekrar mutlaka gelmek isterim.
Beton platform ahdımız var, onun için geleceğiz zaten (:
Akşam güneşi de batırdıktan sonra ana limana döndük.
Ferry’miz saat 21:30 da.
Rutin bir seyahat sonrası Ios’a vardık.
Millet ayaklanıp bizim oturduğumuz yerden arka kapılara doğru beklemeye başladı.
Bu sırada iki genç kız dikkatimi çekti.
Avustralya aksanı ile İngilizce konuşuyorlar.
Birinin sesi çok tanıdık ama arkası bana dönük.
Biraz daha dikkat kesilince, ya bu Elayna olabilir mi dedim kendi kendime.
Bilmeyenler için, Elayna ve Riley dünya seyahati yapan bir çift.
Linkleri: https://www.youtube.com/channel/UCZdQjaSoLjIzFnWsDQOv4ww
Önce gördüğüm kız, seyrettiğim Elayna’dan çık daha kilolu geldi.
Sonra elindeki dövmeyi görünce emin oldum.
Hemen tekne çıkışında gidip konuştum.
Çok sıcak ve samimi bir kız.
Şu an Sikinos’dalarmış.
Sonraki rotaları Tunus olacakmış.
Tekneye döndüğümüzde saat 23:30 gibiydi.
Son bir tavuk gyros (cacıklı) yiyip yattım.
10.08.2017
Cyclades -5-
Ertesi gün sabah normal saatte kalktık.
Hiç acelemiz yok.
Aheste aheste kahvaltımızı ettik.
Have henüz sakin.
Ama bir iki saat içinde liman içi coşacak eminim.
Gözümüz limanın iç tarafında.
Oraya bir kapağı atabilsek rahat edeceğiz.
İskele tarafımıza dün kaptanı Bulgar, sahibi Fransız bir çift, iskele tarafımıza bağlandılar.
Bulgar kaptan hemen selamladı bizi.
Hep Türk bayrağının getirdiği olumlu hava bu.
Eskiden Amerikan bayrağındayken, hiç tanışmadan bu kadar laf atan olmazdı.
Daha sonra iki tane Jeanneau charter teknesi geldi yanımıza.
Biri kaptanlı, diğeri sadece müşteri. Ama beraber dolaşıyorlar.
Kaptanlı olan diğer tekneye de bağlanmalarda falan yardımcı oluyor.
Kaptanda çok tatlı ve bilgili genç bir Yunanlı.
Bu iki tekne tam sancak yanımıza geldiler.
Sanki birisi bizim zincirin üzerine döşedi demirini gibi geldi bana.
Bakalım, önce biz çıkarsak anlarız.
Charter deyince tekrar hatırlatma yapayım.
Hepsi değil ama bazen gerçekten chartercı terörü yaşanıyor bazı yerlerde.
Bu arada iç limana göz gezdirirken iki teknelik genişçe bir yerin boş olduğunu fark ettim.
Hemen Necat’a teklifi sundum.
Şu hayırsız yerden çıkıp içeri girelim mi diye.
Çok kolay bir karar da değil çıkmak.
Onca netameye rağmen zıpkın gibi girmişiz.
Açmazlar falan güzel sabitlenmişiz.
Necat’da tamam çıkalım dedi.
Hemen toparlandık.
Çok temiz şekilde ayrılıp zinciri topladık.
Sancağımıza gelenler demiri üzerimize sermemişler. Yanılmışım.
İçeride gözümüze kestirdiğimiz yere kıçtan yanaşmaya başladık.
Demiri sererken sahilden acı acı düdük öttü.
Öttüren Lucas, liman görevlisi. Oraya girmeyin diye bağırıyor.
Bu arada Talia koltuk halatlarını almak üzere kıyıya gelmiş.
Lucas düdüğü öttürünce hepimiz kaldık.
Biraz düşündükten sonra tekrar demiri toplamaya başladık.
Tam bu anda Talia yandaki motor yata ne yapabileceğimizi sormuş.
Adamcağız da sağolsun, bizim durumu görünce, yarım saat sonra çıkacaktık ama beş dakika içinde çıkıyoruz, bizim yerimize girin diyince dünyalar bizim oldu.
Lucas hala karşı kıyıdan öttürüyor.
Neyse, hakikaten gözünü sevdiğimin motoryatı beş dakika içinde toparlandı ve çıktı.
Hemen onun yerine 50 metre zincir serip girdik.
Bizim Lucas girmeyin diye bağırıyor.
Len çıkan adamın yerine giriyorum, sana ne oluyor.
Bağlandık ettik.
Meğerse motor yattan önce girmeye çalıştığımız yer ticari teknelerin alanıymış.
Dikkat edilince limanlarda sarı boyalı yerler ticari teknelere ayrılmış oluyor.
Oralara girmemek lazım.
Neden sonra Lucas geldi.
Bizi görünce şaşırdı, “Siz miydiniz, bilsem o kadar bağırmazdım” dedi.
Çünkü bize içeride boş yer bulursanız dalın demişti.
Gülüştük. Teknede karpuz ikram ettik.
Yerimiz sağlam olunca keyfimiz yerine geldi.
Akşam Ios’un Batı tarafındaki gençlerin favori mekanı restaurant/bar Sunset’e gittik.
Güneşi orada batırdık.
Atraksiyonu sevenler için oldukça güzel bir mekan.
Akşam yemeğimizi de orada yedikten sonra teknemizin yolunu tuttuk.
Bir gün daha bitti.
Sayılı gün çabuk mu geçiyor ?
9.08.2017
Cyclades -5-
Sabah erken kalktık Necat’la, 6:00 sularında.
Tekneyi toparlamaya başladık.
Öyle bir dağılmış ki ortalık, topla topla bitmedi.
Dün yemekten tekneye geldiğimizde iskelemize küçük bir Jeanneau’nun gelmiş olduğunu görmüştük.
İçinde gençler vardı.
İçlerinden birisi “kusura bakmayın, bizim arkadaşlardan biri zinciri sizin üzerinize attı. Sabah çıkarken haber verirseniz hemen kalkıp yardım ederiz” demişti.
Neyse önemli değil, dert etmeyin demiştik.
Toparlanma işi bittikten sonra demiri toplamaya başladık.
Tipik sabah durgunluğu.
Heryer sessiz, deniz sakin.
Çok seviyorum bu sabah seyirlerini.
Tıngır tıngır demiri toplarken, su cam gibi olduğundan yandaki zinciri takip ediyorum.
Çocuğun dediği aklımda.
Sonunda çapaları bizim zincirle yukarı geldi.
10 dakikalık bir operasyonla kurtulduk demirlerinden.
Çok önemli değil yani.
Ardından botla motoru tekneye almak falan bayağı sürdü
Valla 6:00 da kalktık ama yola çıkmamız 8:00 i buldu.
Biraz çıkınca bastık yelkenleri.
Çok keyifli 3 saatlik bir seyirden sonra Ios ana limana geldik.
Genişçe bir liman.
Ferry’lerin biri giriyor biri çıkıyor.
Ana limanda bir iç taraf var bir de dış taraf.
İç taraf iyi, dış taraf tam Çarşamba pazarı.
İos ana limanının ilginçliği, dışarıda hava yokken limanın içi uçuyor.
Yukarıdaki tepelerden inen rüzgar liman içinde anafor yapıyormuş.
Öyle diyor liman sorumlusu Lucas.
Lucas da değişik bir adam.
Onunda ilginç bir hikayesi var.
Biz de geldiğimizde içerisi uçuyordu.
Önce içe baktık, yer yok.
Sonra mecburen dışta bağlandık.
Ama hiç tekin bir yer değil.
Yanaşmaya çalışanların kötü hikayeleri yazılsa kitap olur sanırım.
Buraya bağlanmak isteyenlere mutlaka 50 mt zincir attırıyor liman görevlisi Lucas.
Liman içine demirlemek de sanırım yasak.
Hiç tekne yoktu üç gün boyunca.
Gece olunca hava kalıyor.
Saat 21:00 den sonra ortalık süt liman oldu.
Keşke hep böyle olsaymış.
Gün içinde tekneyi açmazlar ile sağlama aldık.
Fena olmadı.
Gece hava kaldığı için güzel güzgl uyuduk.
Bakalım yarın neye gebe ?
Tekneyi toparlamaya başladık.
Öyle bir dağılmış ki ortalık, topla topla bitmedi.
Dün yemekten tekneye geldiğimizde iskelemize küçük bir Jeanneau’nun gelmiş olduğunu görmüştük.
İçinde gençler vardı.
İçlerinden birisi “kusura bakmayın, bizim arkadaşlardan biri zinciri sizin üzerinize attı. Sabah çıkarken haber verirseniz hemen kalkıp yardım ederiz” demişti.
Neyse önemli değil, dert etmeyin demiştik.
Toparlanma işi bittikten sonra demiri toplamaya başladık.
Tipik sabah durgunluğu.
Heryer sessiz, deniz sakin.
Çok seviyorum bu sabah seyirlerini.
Tıngır tıngır demiri toplarken, su cam gibi olduğundan yandaki zinciri takip ediyorum.
Çocuğun dediği aklımda.
Sonunda çapaları bizim zincirle yukarı geldi.
10 dakikalık bir operasyonla kurtulduk demirlerinden.
Çok önemli değil yani.
Ardından botla motoru tekneye almak falan bayağı sürdü
Valla 6:00 da kalktık ama yola çıkmamız 8:00 i buldu.
Biraz çıkınca bastık yelkenleri.
Çok keyifli 3 saatlik bir seyirden sonra Ios ana limana geldik.
Genişçe bir liman.
Ferry’lerin biri giriyor biri çıkıyor.
Ana limanda bir iç taraf var bir de dış taraf.
İç taraf iyi, dış taraf tam Çarşamba pazarı.
İos ana limanının ilginçliği, dışarıda hava yokken limanın içi uçuyor.
Yukarıdaki tepelerden inen rüzgar liman içinde anafor yapıyormuş.
Öyle diyor liman sorumlusu Lucas.
Lucas da değişik bir adam.
Onunda ilginç bir hikayesi var.
Biz de geldiğimizde içerisi uçuyordu.
Önce içe baktık, yer yok.
Sonra mecburen dışta bağlandık.
Ama hiç tekin bir yer değil.
Yanaşmaya çalışanların kötü hikayeleri yazılsa kitap olur sanırım.
Buraya bağlanmak isteyenlere mutlaka 50 mt zincir attırıyor liman görevlisi Lucas.
Liman içine demirlemek de sanırım yasak.
Hiç tekne yoktu üç gün boyunca.
Gece olunca hava kalıyor.
Saat 21:00 den sonra ortalık süt liman oldu.
Keşke hep böyle olsaymış.
Gün içinde tekneyi açmazlar ile sağlama aldık.
Fena olmadı.
Gece hava kaldığı için güzel güzgl uyuduk.
Bakalım yarın neye gebe ?
8.08.2017
Cyclades -4-
Sabah acelemiz olmadığından rahat rahat uyuyalım dedik ama belli, Schionusa bize birşeyler daha yaşatmadan bırakmayacak.
Kahvaltı hazırlıklarımız sürüyor, herkes keyifli keyifli bir işler yaparken fena bir gümbürtü koptu, arkadan bir daha.
Hemen dışarı fırladık.
Üç tekne yanımız.
Katamaran.adı Bosanova.
Kalandhon koyunda da onlarla beraberdik.
Rüzgarın aniden şiddetlenmesi ile, veya çıkarken bir manevra hatası ile iki yanımızdaki Jeanneau’ya, Jeanneau’da kendi yanındaki tekneye fena halde çarpmış.
Dediğim gibi, ben görmedim ama sesini duydum.
Teknelerinin üzerinde aileler hasar tespiti yapıyorlardı.
Sonrasında kahvaltımızı ettik.
Ama bu çatışma yüzünden yanımızdaki tekneler ufaktan hareketlenmeye başladı.
Bu arada lokasyonumuzu söylemeyi unuttum.
Ana limanın tam karşısında, kayalara koltuk almış vaziyette demirde duruyoruz.
Hatırlatsanız geçen yazıda demirlerin ve çapaların yukarıdan pırıl pırıl gözüktüğünü yazmıştım.
Özellikle bütün çapalar kuzu gibi yan yan yatıyorlardı.
Bu demektir ki zemin kötü ve çapalar gömülmüyorlar.
Ve yandan sağanakları yemeye başlayınca hepimizin ayarı bozuldu.
Kıçtan kara kayalara bağlı tekneler yandan rüzgarı yiyince tek tek taramaya başladılar.
Böylece herkes ufaktan toparlanıp ayrılmaya başladı.
Tabii ayrılmalar esnasında yandan sert sağanaklarda bir sürü pandomima oluyor.
Neyse, en son biz ve sancağımızdaki İngiliz bayraklı Jeanneau kaldık.
Onlarda, anne baba ve kızları.
Bizi de rüzgar ufak ufak ittiriyor, farkındayız, yavaş yavaş karaya yaklaşıyoruz ama bir kahve içecek vaktimiz var.
Ben aşağıda kahve hazırlığı yaparken aniden yukarıdan korkunç bir çığlık geldi, ardından bir daha, bir daha !!
Çığlığın tonundan berbat birşey olduğunu hissederek, bizden biri olmadığını umarak yukarı fırladım.
İlk gördüğüm, sancak Jeanneau’daki babanın ve bizim Necat’ın aynı yere doğru bakmasıydı.
Sancak Jeanneau’nun kızı paletlerini giyip kıç koltuk halatını çözmeye gitmiş ve bağlanmış olan kayanın üzerinde bağıra bağıra ağlamakta.
Hemen botla kızın yanına gittim.
Allahtan bizim bot hemen kıçımızda bağlıydı.
Kızın parmağının durumu kötü.
Oluk oluk kan akıyor.
Sanırım halatı çözmeye çalışırken parmağını sıkıştırmış.
Parmağını gördükçe fena oluyor kız.
Biraz sakinleştirmeye, yatıştırmaya çalışıp, parmağına da bakmamasını söyleyip kızı bota aldım.
Tam da burada şunu söylemeliyim, kültür farkı mı dersiniz, soğukkanlılık mı dersiniz bilemem ama babanın sakinliği umursamazlıkla, ya niye oldu bu şimdi arasında bir yerde gibi geldi bana.
Anne içeriden ilk yardım malzemelerini falan çıkartmış, kızcağızı babasına teslim ettim.
Bir şeye ihtiyaçları olursa haber vermelerini istiyorlarsa koltuk halatlarını çözebileceğimi söyledim.
Çok teşekkür ettiler önce istemediler ama on dakika sonra çözmemi rica ettiler.
Ama kız gerçekten şanslıymış, orada parmağının kopmaması gerçekten büyük şans.
Bu olay oldukça moral bozucu oldu ama bir süre sonra kendimize geldik.
Bu konuyu konuşurken içeriden yukarı baktığımızda, kıyıya 1-1,5 metre kaldığını görünce hemen toparlandık.
Karşı taraftan ayrılan teknelerden birinin yerine girdik.
Bayağıda uzun kaloma bıraktık.
Yanımızdaki büyük bir yelkenlinin (Nazenin 4 ayarında) kaptanı bizim karşıdan geldiğimizi görünce buradaki zeminin problemli olduğunu, demir tutmadığını, kendısının tum zincirini karşı kıyıya kadar attığını ve çapayı da karşı kıyıdaki kayalara bağladığını söyledi ve bizim de öyle yapmamızı önerdi.
Tabii bizim için mümkün değil.
Neyse, bundan sonrasında deniz sefası,
Nikolas ve Deli’de akşam yemekleri.
Öğlen patates biraları. (patatesler Naxos’dan)
Bürün bunlar keyfimizi yerine getirdi.
Schinousa’yı da sevdik.
Artık istikamet Ios gençlerin adası.
Kahvaltı hazırlıklarımız sürüyor, herkes keyifli keyifli bir işler yaparken fena bir gümbürtü koptu, arkadan bir daha.
Hemen dışarı fırladık.
Üç tekne yanımız.
Katamaran.adı Bosanova.
Kalandhon koyunda da onlarla beraberdik.
Rüzgarın aniden şiddetlenmesi ile, veya çıkarken bir manevra hatası ile iki yanımızdaki Jeanneau’ya, Jeanneau’da kendi yanındaki tekneye fena halde çarpmış.
Dediğim gibi, ben görmedim ama sesini duydum.
Teknelerinin üzerinde aileler hasar tespiti yapıyorlardı.
Sonrasında kahvaltımızı ettik.
Ama bu çatışma yüzünden yanımızdaki tekneler ufaktan hareketlenmeye başladı.
Bu arada lokasyonumuzu söylemeyi unuttum.
Ana limanın tam karşısında, kayalara koltuk almış vaziyette demirde duruyoruz.
Hatırlatsanız geçen yazıda demirlerin ve çapaların yukarıdan pırıl pırıl gözüktüğünü yazmıştım.
Özellikle bütün çapalar kuzu gibi yan yan yatıyorlardı.
Bu demektir ki zemin kötü ve çapalar gömülmüyorlar.
Ve yandan sağanakları yemeye başlayınca hepimizin ayarı bozuldu.
Kıçtan kara kayalara bağlı tekneler yandan rüzgarı yiyince tek tek taramaya başladılar.
Böylece herkes ufaktan toparlanıp ayrılmaya başladı.
Tabii ayrılmalar esnasında yandan sert sağanaklarda bir sürü pandomima oluyor.
Neyse, en son biz ve sancağımızdaki İngiliz bayraklı Jeanneau kaldık.
Onlarda, anne baba ve kızları.
Bizi de rüzgar ufak ufak ittiriyor, farkındayız, yavaş yavaş karaya yaklaşıyoruz ama bir kahve içecek vaktimiz var.
Ben aşağıda kahve hazırlığı yaparken aniden yukarıdan korkunç bir çığlık geldi, ardından bir daha, bir daha !!
Çığlığın tonundan berbat birşey olduğunu hissederek, bizden biri olmadığını umarak yukarı fırladım.
İlk gördüğüm, sancak Jeanneau’daki babanın ve bizim Necat’ın aynı yere doğru bakmasıydı.
Sancak Jeanneau’nun kızı paletlerini giyip kıç koltuk halatını çözmeye gitmiş ve bağlanmış olan kayanın üzerinde bağıra bağıra ağlamakta.
Hemen botla kızın yanına gittim.
Allahtan bizim bot hemen kıçımızda bağlıydı.
Kızın parmağının durumu kötü.
Oluk oluk kan akıyor.
Sanırım halatı çözmeye çalışırken parmağını sıkıştırmış.
Parmağını gördükçe fena oluyor kız.
Biraz sakinleştirmeye, yatıştırmaya çalışıp, parmağına da bakmamasını söyleyip kızı bota aldım.
Tam da burada şunu söylemeliyim, kültür farkı mı dersiniz, soğukkanlılık mı dersiniz bilemem ama babanın sakinliği umursamazlıkla, ya niye oldu bu şimdi arasında bir yerde gibi geldi bana.
Anne içeriden ilk yardım malzemelerini falan çıkartmış, kızcağızı babasına teslim ettim.
Bir şeye ihtiyaçları olursa haber vermelerini istiyorlarsa koltuk halatlarını çözebileceğimi söyledim.
Çok teşekkür ettiler önce istemediler ama on dakika sonra çözmemi rica ettiler.
Ama kız gerçekten şanslıymış, orada parmağının kopmaması gerçekten büyük şans.
Bu olay oldukça moral bozucu oldu ama bir süre sonra kendimize geldik.
Bu konuyu konuşurken içeriden yukarı baktığımızda, kıyıya 1-1,5 metre kaldığını görünce hemen toparlandık.
Karşı taraftan ayrılan teknelerden birinin yerine girdik.
Bayağıda uzun kaloma bıraktık.
Yanımızdaki büyük bir yelkenlinin (Nazenin 4 ayarında) kaptanı bizim karşıdan geldiğimizi görünce buradaki zeminin problemli olduğunu, demir tutmadığını, kendısının tum zincirini karşı kıyıya kadar attığını ve çapayı da karşı kıyıdaki kayalara bağladığını söyledi ve bizim de öyle yapmamızı önerdi.
Tabii bizim için mümkün değil.
Neyse, bundan sonrasında deniz sefası,
Nikolas ve Deli’de akşam yemekleri.
Öğlen patates biraları. (patatesler Naxos’dan)
Bürün bunlar keyfimizi yerine getirdi.
Schinousa’yı da sevdik.
Artık istikamet Ios gençlerin adası.
7.08.2017
Cyclades -3-
Bütün gece Kalandhon koyu esti de esti.
Fakat sabah saat 4:00 gibi rüzgar kesildi.
Rüzgar kesilince bizim Talia hemen kamaradan havuzluğa kaçtı.
Talia sıcağa hiç dayanamaz.
Sırf bu yüzden klimalı tekne baskısına boyun eğmek zorunda kaldım.
Bu da ayrı bir hikaye, yeri gelince başka yerde anlatırım.
Sabah saat 7:30
Sabah hava kaldığı için benim Kalandhon koyu ile ilgili düşüncelerim, koyun o sakin ve tertemiz denizini görünce anında pozitife döndü.
Kalsak mı, kalmasak mı diye düşünürken, kaptan Necat Schinousa’ya gidelim dedi.
İstikamet Schinousa, yaklaşık bir saatlik yol.
Sabah miskinliği, rüzgarsızlık falan derken 1 saatte motora kuvvet Schinousa Mirsini koyuna geldik.
Okuyanlar hatırlayacaktır, burası Reyhan ablanın gözlerinin kızarıp Eyüp abiye küstüğü yer.
Kıyıdaki ılgın ağaçlarını görünce direk bu geldi aklıma.
Biz çok sakin havada geldik. Daha herkes uyuyor.
İlk intiba ortamın çok şirin olduğu.
Bütün demirlemiş teknelerin zincir ve çapaları suyun içinde pırıl pırıl gözüküyor.
Koyda uygun bir yer bulduktan sonra diğer zincir ve demirlere bakıp uygun bir yere zincirimizi serdik.
Sağımızda İtalyan bir motor yat, solumuzda ise Bavaria 50 bir charter teknesi var.
Ben, kendim için meşhur yoğurtlu kahvaltıdan hazırlamak üzere aşağı indim.
Aradan biraz zaman geçip tekrar yukarı çıktığımda, iskeledeki Bavaria 50’ nin bize yapışık olduğunu gördüm.
Dümende bir genç çocuk, abuk sabuk gaz verme, aniden tornistan v.s. aklınıza ne gelirse yapıyor.
Ulen n’oluyo derken, dümendeki, koca bir usturmaçayı güvertedeki diğer arkadaşına verdi.
Neyse, aramızda koca usturmaça ile bekliyoruz, ne yapacak diye.
Aaa, yine dümene gidip gaz, tornistan v.s.
Ya, evladım biriniz ırgata gidip şu zinciri toplasanıza, dedik.
Neyse tavsiyemize uyup, gidip zinciri toplamaya başladılar.
Tekne bizden yavaş yavaş uzaklaştı.
Ama sonrası yine felaket.
Neyse çok dedikodu yapmayalım.
Seyirdeyken teknenin motor hızında yaklaşık 1knot luk bir yavaşlama hissettmiştik.
Dalıp bir pervaneyi kontrol edelim dedik.
Hakikaten pervane bayağı kekamozlu.
Fakat nefesle temizliğini yapmak zor.
Teknede küçük tüp var, onunla yapalım dedik.
Fakat bizim Necat keyif adamıdır.
Dur acele etme, kahvaltıdan sonra yaparız falan diyor, ama benim gibi iş bitsinci adamları hasta eden bir davranış bu.
Ama kaptan o, tamam dedim.
Kahvaltımızı ettik.
Kahvaltı sonrasında, bizim kamarada oğlum tuvalete girince, havalandırma deliğinden kahverengi sıvılar geldiğini gördük.
Eyvah, hayatımda yaşamadığım kahverengi bir maceraya mı yaklaşıyorum yoksa ?
Halbuki uzun yolda vanayı açıp pis su tankını deşarj etmiştik.
Fakat havuzluktakilerden üzüntülü şekilde “hiç bir şey çıkmadı” sesleri yükselmişti.
Bende çok önemsemeyip göremediler herhalde demiştim.
Şimdi anladığım kadarı ile 85Lt lik kahverengi bir sıvı kütle bulunduğu yeri terk etmek için dört bakıyor diye düşünüyorum.
Bu durum hakkında biraz daha düşünmek lazım.
Yaklaşık bir saat açık kalmış tank, nasıl olur da üst hava tahliye deliğinden hacet fışkırtabilir ?!?
Tek açıklaması var, sistem bir şekilde tıkandı.
Hemen bir kaç yöntem denemesi, tel sokma, şiş sokma v.s. ama işe yaramadılar.
Hey allahım, 7 kişinin aynı tuvaleti kullanması çok can sıkıcı olacak.
Mutlaka çözüm üretmek lazım.
Önce hava deliğini tıkayıp içeride basınç oluşturup tıkanıklığı açabiliriz diye düşündük.
Hemen bir naylon eldiven giydim.
Elimede iki üç naylon poşet alıp hava deliğini tıkadım.
Bu arada botta ayakta duruyorum.
İçeriden başladılar pompalamaya.
Hava sıkıştıkça elimin altında ufaktan hissediyorum.
Basınç iyice yükseldi ama aşağıda tık yok !
Bu işten vaz geçtik, aksi taktirde sistemi başka bir yerinden patlatma ihtimali var.
Fakat elimin altında da yüksek basınç var !!
Kendimi botla elimin yetişebildiği en uzak noktaya çektim.
Elimi kaldırdığım anda bir patlama ile bütün neşeli kahverengi sıvı katı karışımı üstüme boca oldu.
Bot battı, ben battım.
Çocuklar ve hanımlar delicesine gülüyorlar.
Ben de mal gibi botun içinde ayakta duruyorum.
Neyse kendime geldiğimde hemen denize atladım.
Talia şampuanı kafamdan aşağı boca etti.
Denizde yarım saat yıkandıktan sonra tekrar toplum içine girebileceğimden emin oldum.
Yarım saat sonra kucağımızda aynı problem ile hala aynı noktadayız.
Biraz daha düşündükten sonra, olsa olsa bu işe Gezgin Korsan çözer deyip bir forum araması yaptım.
Sonra forumun derinliklerinde bir yerde hayatımızı kurtaran vuruş Cem Eğrikavuk’dan geldi.
Şöyle; 1,5Lt bir pet şişeyi deniz suyu ile dolduruyorsunuz.
Gözlük ve palet ile dalıyorsunuz, pet şişeyi tıkalı olduğunu düşündüğünüz çıkış deliğine yaslıyorsunuz.
Sonra var gücünüzle sıkıyorsunuz.
Bende ilk sıktığımda bir şey olmadı.
Biraz umudum kırılmışken, ikinci sefer var gücümle sıkınca karşımda birden kahverengi bir bulut belirdi.
Sevineyim mi üzüleyim mi duyguları içindeyken paletlerle buluttan var gücümle kaçtım.
Bu sefer beni yakalayamadı.
Tabii içeriden vanayı hemen kapadılar.
Ohh bu vartayı da atlattık.
Onun dışında iyiyiz.
Ada da çok güzel ve keyifli.
Yarın da burada kalalım dedik.
Sonrasında Ios.
Fakat sabah saat 4:00 gibi rüzgar kesildi.
Rüzgar kesilince bizim Talia hemen kamaradan havuzluğa kaçtı.
Talia sıcağa hiç dayanamaz.
Sırf bu yüzden klimalı tekne baskısına boyun eğmek zorunda kaldım.
Bu da ayrı bir hikaye, yeri gelince başka yerde anlatırım.
Sabah saat 7:30
Sabah hava kaldığı için benim Kalandhon koyu ile ilgili düşüncelerim, koyun o sakin ve tertemiz denizini görünce anında pozitife döndü.
Kalsak mı, kalmasak mı diye düşünürken, kaptan Necat Schinousa’ya gidelim dedi.
İstikamet Schinousa, yaklaşık bir saatlik yol.
Sabah miskinliği, rüzgarsızlık falan derken 1 saatte motora kuvvet Schinousa Mirsini koyuna geldik.
Okuyanlar hatırlayacaktır, burası Reyhan ablanın gözlerinin kızarıp Eyüp abiye küstüğü yer.
Kıyıdaki ılgın ağaçlarını görünce direk bu geldi aklıma.
Biz çok sakin havada geldik. Daha herkes uyuyor.
İlk intiba ortamın çok şirin olduğu.
Bütün demirlemiş teknelerin zincir ve çapaları suyun içinde pırıl pırıl gözüküyor.
Koyda uygun bir yer bulduktan sonra diğer zincir ve demirlere bakıp uygun bir yere zincirimizi serdik.
Sağımızda İtalyan bir motor yat, solumuzda ise Bavaria 50 bir charter teknesi var.
Ben, kendim için meşhur yoğurtlu kahvaltıdan hazırlamak üzere aşağı indim.
Aradan biraz zaman geçip tekrar yukarı çıktığımda, iskeledeki Bavaria 50’ nin bize yapışık olduğunu gördüm.
Dümende bir genç çocuk, abuk sabuk gaz verme, aniden tornistan v.s. aklınıza ne gelirse yapıyor.
Ulen n’oluyo derken, dümendeki, koca bir usturmaçayı güvertedeki diğer arkadaşına verdi.
Neyse, aramızda koca usturmaça ile bekliyoruz, ne yapacak diye.
Aaa, yine dümene gidip gaz, tornistan v.s.
Ya, evladım biriniz ırgata gidip şu zinciri toplasanıza, dedik.
Neyse tavsiyemize uyup, gidip zinciri toplamaya başladılar.
Tekne bizden yavaş yavaş uzaklaştı.
Ama sonrası yine felaket.
Neyse çok dedikodu yapmayalım.
Seyirdeyken teknenin motor hızında yaklaşık 1knot luk bir yavaşlama hissettmiştik.
Dalıp bir pervaneyi kontrol edelim dedik.
Hakikaten pervane bayağı kekamozlu.
Fakat nefesle temizliğini yapmak zor.
Teknede küçük tüp var, onunla yapalım dedik.
Fakat bizim Necat keyif adamıdır.
Dur acele etme, kahvaltıdan sonra yaparız falan diyor, ama benim gibi iş bitsinci adamları hasta eden bir davranış bu.
Ama kaptan o, tamam dedim.
Kahvaltımızı ettik.
Kahvaltı sonrasında, bizim kamarada oğlum tuvalete girince, havalandırma deliğinden kahverengi sıvılar geldiğini gördük.
Eyvah, hayatımda yaşamadığım kahverengi bir maceraya mı yaklaşıyorum yoksa ?
Halbuki uzun yolda vanayı açıp pis su tankını deşarj etmiştik.
Fakat havuzluktakilerden üzüntülü şekilde “hiç bir şey çıkmadı” sesleri yükselmişti.
Bende çok önemsemeyip göremediler herhalde demiştim.
Şimdi anladığım kadarı ile 85Lt lik kahverengi bir sıvı kütle bulunduğu yeri terk etmek için dört bakıyor diye düşünüyorum.
Bu durum hakkında biraz daha düşünmek lazım.
Yaklaşık bir saat açık kalmış tank, nasıl olur da üst hava tahliye deliğinden hacet fışkırtabilir ?!?
Tek açıklaması var, sistem bir şekilde tıkandı.
Hemen bir kaç yöntem denemesi, tel sokma, şiş sokma v.s. ama işe yaramadılar.
Hey allahım, 7 kişinin aynı tuvaleti kullanması çok can sıkıcı olacak.
Mutlaka çözüm üretmek lazım.
Önce hava deliğini tıkayıp içeride basınç oluşturup tıkanıklığı açabiliriz diye düşündük.
Hemen bir naylon eldiven giydim.
Elimede iki üç naylon poşet alıp hava deliğini tıkadım.
Bu arada botta ayakta duruyorum.
İçeriden başladılar pompalamaya.
Hava sıkıştıkça elimin altında ufaktan hissediyorum.
Basınç iyice yükseldi ama aşağıda tık yok !
Bu işten vaz geçtik, aksi taktirde sistemi başka bir yerinden patlatma ihtimali var.
Fakat elimin altında da yüksek basınç var !!
Kendimi botla elimin yetişebildiği en uzak noktaya çektim.
Elimi kaldırdığım anda bir patlama ile bütün neşeli kahverengi sıvı katı karışımı üstüme boca oldu.
Bot battı, ben battım.
Çocuklar ve hanımlar delicesine gülüyorlar.
Ben de mal gibi botun içinde ayakta duruyorum.
Neyse kendime geldiğimde hemen denize atladım.
Talia şampuanı kafamdan aşağı boca etti.
Denizde yarım saat yıkandıktan sonra tekrar toplum içine girebileceğimden emin oldum.
Yarım saat sonra kucağımızda aynı problem ile hala aynı noktadayız.
Biraz daha düşündükten sonra, olsa olsa bu işe Gezgin Korsan çözer deyip bir forum araması yaptım.
Sonra forumun derinliklerinde bir yerde hayatımızı kurtaran vuruş Cem Eğrikavuk’dan geldi.
Şöyle; 1,5Lt bir pet şişeyi deniz suyu ile dolduruyorsunuz.
Gözlük ve palet ile dalıyorsunuz, pet şişeyi tıkalı olduğunu düşündüğünüz çıkış deliğine yaslıyorsunuz.
Sonra var gücünüzle sıkıyorsunuz.
Bende ilk sıktığımda bir şey olmadı.
Biraz umudum kırılmışken, ikinci sefer var gücümle sıkınca karşımda birden kahverengi bir bulut belirdi.
Sevineyim mi üzüleyim mi duyguları içindeyken paletlerle buluttan var gücümle kaçtım.
Bu sefer beni yakalayamadı.
Tabii içeriden vanayı hemen kapadılar.
Ohh bu vartayı da atlattık.
Onun dışında iyiyiz.
Ada da çok güzel ve keyifli.
Yarın da burada kalalım dedik.
Sonrasında Ios.
6.08.2017
Cyclades -2-
Sabah herkes istediği saatte kalktı.
Nasıl olsa zamanla ilgili bir baskı yok üzerimizde.
Böyle oldu mu benim keyfim artıyor.
Zaman baskısı en nefret ettiğim şeylerden birisi.
Bir yere tatile gitmişsin mesela, Pazar yerine Cumartesi çıkayım, trafik daha rahat olur diye düşünüyorsan o tatilden hayır gelmiyor.
Çünkü tatilin başında dönüşü düşünüp strese girmeye başlıyorsun.
Zaten işim de hep terminler ile yapılan bir iş.
Şu zamanda şu bitecek lafından artık fenalık gelmiş durumda.
Neyse, dediğim gibi böyle bir stresimiz yok.
Bugün yolumuz sadece 5 mil.
Sabahtan biraz alışveriş işimiz ile ilgilendik.
Teknenin eksik gediğini aldık.
Sabah kahvaltılarında yeni bir uygulamamız var.
Bir kase Yunan yoğurduna şeftali, ceviz, yulaf, bal, ay çekirdeği içi, taze fındık, çörek otu v.s. zevkinize göre ne bulursanız koyuyorsunuz.
Hazırlaması ve toplaması son derece kolay.
Son derece tok tutuyor.
Ben bunu yiyince, akşam yemeğine kadar hiç açlık hissetmiyorum.
Evet tamam Yunan adasındayız falan ama daha seyir yapamadık.
Ufaktan kaşınma başladı, hadi çıksak da bassak şu yelkenleri diye düşünüyorum.
Hazırlıklar neredeyse tamam.
Ben kamarada aşağıda iken bir baktım bizim ekip, yabancı olduğunu hissettiğim fakat çok güzel Türkçe konuşan birisi ile konuşuyor.
Karaca bey, ilk adını unuttum, soyadı Karaca, 1950 doğumlu, İstanbul’lu bir Rum.
1964 olayları yüzünden 14 yaşında iken İstanbul’dan ayrılmışlar.
Çok hazin bir hikayesi var.
Bu hikayeler, yerinden yurdundan edilen insan hikayeleri beni çok üzüyor.
Unutmadan söyliyeyim.
Amerikan bayraklı iken, etrafımızdaki teknelerdeki insanlar pek kendileri gelip konuşmazlardı.
Şimdi bayrağı gören Türk olduğunuzu bilip, gelip muhabbete başlıyor.
Bu bence çok olumlu bir değişiklik.
Karaca bey, ailesi ve üç aile dostu, RIB botları ile Atina’dan gelmişler.
Ortalama 30knot sürat yapıyoruz, yaklaşık saatte de 50 litre benzin yakıyoruz diyor.
Bu RIB işi gitgide popüler olmaya başlamış.
Sadece Koufonisi limanında 7-8 tane RIB bot vardı.
Karaca bey, Ios’dan feribort ile gideceğimiz Santorini’de bize yardımcı olması için bir arkadaşının telefon numarasını verdi.
Gidince arayacağız.
Saat 13:00 de koltuk halatlarını çözüp kendimizi dışarı atar atmaz yelkenleri bastık.
Tam apazdan esen 17knot rüzgar, bizi zaman zaman 9 knotlara çıkartıp, kısa ama keyifli bir seyir yaptırdı.
Kalandhon bayağı geniş bir koy.
Naxos’un güneyinde.
Eskiden çok küçük bir balıkçı barınağı varmış.
Şimdi biraz daha toparlanıp minik bir marinet haline getirilmiş.
Pedestalları falan var.
Ama içerisi bayağı sıkışık.
Balıkçılar falan içeriye aborda olmuşlar.
Gerçi herkes aborda olduğu için pek öyle fazla teknede almıyor gibi.
Neyse biz buraya girmedik.
Koyun ortasına demiri çaktık.
Bütün koy olduğu gibi kum.
Çok iyi demir tutuyor.
Akşamda Kalados Restaurant’ı deneyelim dedik.
Koya girdiğinizde sol üst tarafta kalan ve bize müthiş bir lezzet yaşatan Kalados restaurantı çok tavsiye ederiz.
Yukarıdan da tüm koyu görebildiğiniz çok güzel bir manzarası var.
Hele bir de dolunayı görünce burası yedimizden de beş üzerinde beş aldı.
Ama koy için aynı şeyi söyleyemeyeceğim.
Marmaris Çiftlik koyunu bilenler bilir. Orada rüzgar iki tepenin arasından Çiftliğe bindirdikçe bindirir.
Burası da aynı öyle.
Durmaksızın rüzgar bindiriyor kıyıdaki iki yarın arasından.
Aslında çok kötü değil çünkü serinlik veriyor.
Ama yüzmek falan problem.
Yarın program Schinousa diye düşünüyoruz.
Bakalım, yarın ola hayrola.
Nasıl olsa zamanla ilgili bir baskı yok üzerimizde.
Böyle oldu mu benim keyfim artıyor.
Zaman baskısı en nefret ettiğim şeylerden birisi.
Bir yere tatile gitmişsin mesela, Pazar yerine Cumartesi çıkayım, trafik daha rahat olur diye düşünüyorsan o tatilden hayır gelmiyor.
Çünkü tatilin başında dönüşü düşünüp strese girmeye başlıyorsun.
Zaten işim de hep terminler ile yapılan bir iş.
Şu zamanda şu bitecek lafından artık fenalık gelmiş durumda.
Neyse, dediğim gibi böyle bir stresimiz yok.
Bugün yolumuz sadece 5 mil.
Sabahtan biraz alışveriş işimiz ile ilgilendik.
Teknenin eksik gediğini aldık.
Sabah kahvaltılarında yeni bir uygulamamız var.
Bir kase Yunan yoğurduna şeftali, ceviz, yulaf, bal, ay çekirdeği içi, taze fındık, çörek otu v.s. zevkinize göre ne bulursanız koyuyorsunuz.
Hazırlaması ve toplaması son derece kolay.
Son derece tok tutuyor.
Ben bunu yiyince, akşam yemeğine kadar hiç açlık hissetmiyorum.
Evet tamam Yunan adasındayız falan ama daha seyir yapamadık.
Ufaktan kaşınma başladı, hadi çıksak da bassak şu yelkenleri diye düşünüyorum.
Hazırlıklar neredeyse tamam.
Ben kamarada aşağıda iken bir baktım bizim ekip, yabancı olduğunu hissettiğim fakat çok güzel Türkçe konuşan birisi ile konuşuyor.
Karaca bey, ilk adını unuttum, soyadı Karaca, 1950 doğumlu, İstanbul’lu bir Rum.
1964 olayları yüzünden 14 yaşında iken İstanbul’dan ayrılmışlar.
Çok hazin bir hikayesi var.
Bu hikayeler, yerinden yurdundan edilen insan hikayeleri beni çok üzüyor.
Unutmadan söyliyeyim.
Amerikan bayraklı iken, etrafımızdaki teknelerdeki insanlar pek kendileri gelip konuşmazlardı.
Şimdi bayrağı gören Türk olduğunuzu bilip, gelip muhabbete başlıyor.
Bu bence çok olumlu bir değişiklik.
Karaca bey, ailesi ve üç aile dostu, RIB botları ile Atina’dan gelmişler.
Ortalama 30knot sürat yapıyoruz, yaklaşık saatte de 50 litre benzin yakıyoruz diyor.
Bu RIB işi gitgide popüler olmaya başlamış.
Sadece Koufonisi limanında 7-8 tane RIB bot vardı.
Karaca bey, Ios’dan feribort ile gideceğimiz Santorini’de bize yardımcı olması için bir arkadaşının telefon numarasını verdi.
Gidince arayacağız.
Saat 13:00 de koltuk halatlarını çözüp kendimizi dışarı atar atmaz yelkenleri bastık.
Tam apazdan esen 17knot rüzgar, bizi zaman zaman 9 knotlara çıkartıp, kısa ama keyifli bir seyir yaptırdı.
Kalandhon bayağı geniş bir koy.
Naxos’un güneyinde.
Eskiden çok küçük bir balıkçı barınağı varmış.
Şimdi biraz daha toparlanıp minik bir marinet haline getirilmiş.
Pedestalları falan var.
Ama içerisi bayağı sıkışık.
Balıkçılar falan içeriye aborda olmuşlar.
Gerçi herkes aborda olduğu için pek öyle fazla teknede almıyor gibi.
Neyse biz buraya girmedik.
Koyun ortasına demiri çaktık.
Bütün koy olduğu gibi kum.
Çok iyi demir tutuyor.
Akşamda Kalados Restaurant’ı deneyelim dedik.
Koya girdiğinizde sol üst tarafta kalan ve bize müthiş bir lezzet yaşatan Kalados restaurantı çok tavsiye ederiz.
Yukarıdan da tüm koyu görebildiğiniz çok güzel bir manzarası var.
Hele bir de dolunayı görünce burası yedimizden de beş üzerinde beş aldı.
Ama koy için aynı şeyi söyleyemeyeceğim.
Marmaris Çiftlik koyunu bilenler bilir. Orada rüzgar iki tepenin arasından Çiftliğe bindirdikçe bindirir.
Burası da aynı öyle.
Durmaksızın rüzgar bindiriyor kıyıdaki iki yarın arasından.
Aslında çok kötü değil çünkü serinlik veriyor.
Ama yüzmek falan problem.
Yarın program Schinousa diye düşünüyoruz.
Bakalım, yarın ola hayrola.
5.08.2017
Cyclades -1-
Hikayemiz İstanbul-Atina uçuşu ile başlıyor.
Aslına bakarsanız bu hikayenin nasıl ve nereden başlayacağını kestiremiyorduk.
Çünkü tekneyi nereden teslim alacağımızı bilmiyorduk.
Bizden 15 gün önce çıkan ekip, bir hafta Türkiye kıyılarında kaldıktan sonra Amorgos’a atlayıp, oradan da Koufonisia’ya geçtiler.
Sonrasında tekneyi buradan teslim alacağımız bilgisini bize ilettiler.
Böylece belirsizlik kayboldu.
Hikayenin başlangıcını önce şöyle bir toparlayalım.
Başrolde teknemiz Manana. İspanyolca yarın ve sabah demek.
Yani iki anlamı var. Hikayesi biz Küba’ya giden grupta saklı.
Manana 2012 yılı 49 feet bir Beneteau. Bizim ütü kıçlı dediklerimizden.
Koskoca kir kıç ama gerçekten çok konforlu.
Manana’nın iki ortağı var. Biri kardeşim Alper, diğeri 35 yıllık çocukluk arkadaşım Necat.
İlk 15 gün çıkan grup, kardeşim Alper ve kuzenim Gökhan.
Bu şekilde girizgahı yaptıktan sonra gelelim seyahatimizin detaylarına.
Koufonisiye ulaşmak için izlediğimiz yol kısaca şöyle;
Sabiha Gökçen’den Pegasus ile 9:50’de Atina’ya.
Koufonisi’ye giden ferry ise sabah 7:00 gibi Pire’den kalkıyor.
Pegasus uçuşumuz bu ferryi yakalayamadığından, Atina’da bir gece kalmayı tercih ettik.
Koufonisiye gitmek için iki ihtimalimiz vardı, birincisi direk, diğeri Naxos aktarmalı.
Tabii ki biz direk olanı seçtik fakat ikinci kez internete baktığımızda, direk olanında yerlerin bitmiş olduğunu gördük.
Bu yüzden mecburen Naxos aktarmalı tercihimiz oldu.
İlgilenenler için fiyat bilgisi, High Speed’ler ile Pire-Naxos 50Eur.
Naxos-Koufonisi ise 23Eur.
Pire limanı havaalanı gibi.
Çok büyük.
Çeşit çeşit feriler, Ege’nin her yerine buradan dağılıyorlar.
Yaklaşık üç buçuk saatlik bir seyahatten sonra Naxos’a vardık.
Naxos’da ise 40 dakikalık bir beklemenin ardından yaklaşık 40 dakikada Koufonisi’ye ulaştık.
Koufonisi küçük Cyclades’ler denilen ada grubunun bir üyesi.
Son yıllarda popülaritesi iyice artmış.
Gözlemlerimize göre, günde iki kere bizim Bandırma-İstanbul tarzı feribotlarından geliyor.
Yaklaşık her gelişte 250-300 kişiyi adaya bırakıyor.
Araçlar hariç, sadece yaya gelenler.
Feri’den iner inmez yirmi metre yanımızda Manana bizi bekliyor.
Küçük marinet ferilerin yanaştığı yerin hemen dibinde.
Çabucak tekneye kendimizi atıp yerleşmeye başladık.
Adalar hakkında ekibin değerlendirmelerine de kısaca değineceğim.
Önce ekibi kısaca tanıtayım.
İki adet 17 yaş; bir kız, bir erkek.
Bir adet 13 yaş; kız.
İki adet 50 yaş; erkek. Biri ben, diğeri Necat.
İki adet de … yaş hanım. Hanımların yaşlarını pas geçelim.
Benim Koufonisi’ye ilk gelişim.
Ada serin, devamlı esiyor.
Yaklaşık 15 teknelik küçük bir marinet hemen feribot iskelesinin yanında.
Buraya rahatça bağlanılabilir. Su elektrik fiyata dahil. Tonoz var.
Bu adalar grubuna Ege’nin Maldivleri dendiğini okumuştum. Hakikaten bu yakıştırmayı hak ediyor.
Burada iki gün kaldık.
Genel olarak, ergenler dahil, adayı çok beğendik.
Çok kompakt bir ada. Her yer yürüyüş mesafesi.
Ama küçük olması hiç birşey olmadığı anlamına gelmiyor.
Barlar sokağı, fırını, güzel restoranları ile vakit geçirilebilecek bir yer.
Bu gün akşama doğru Necat ile Yunan, İtalyan ve Türkler’den oluşan iki takım olarak şahane bir plaj voleybol maçı yaptık.
Akşam yemeğinde de Kaptan Kostas’ın yerinde olacağız.
Yarınki rotamız Naxos’un güneyindeki Kalandhon koyu.
Aslına bakarsanız bu hikayenin nasıl ve nereden başlayacağını kestiremiyorduk.
Çünkü tekneyi nereden teslim alacağımızı bilmiyorduk.
Bizden 15 gün önce çıkan ekip, bir hafta Türkiye kıyılarında kaldıktan sonra Amorgos’a atlayıp, oradan da Koufonisia’ya geçtiler.
Sonrasında tekneyi buradan teslim alacağımız bilgisini bize ilettiler.
Böylece belirsizlik kayboldu.
Hikayenin başlangıcını önce şöyle bir toparlayalım.
Başrolde teknemiz Manana. İspanyolca yarın ve sabah demek.
Yani iki anlamı var. Hikayesi biz Küba’ya giden grupta saklı.
Manana 2012 yılı 49 feet bir Beneteau. Bizim ütü kıçlı dediklerimizden.
Koskoca kir kıç ama gerçekten çok konforlu.
Manana’nın iki ortağı var. Biri kardeşim Alper, diğeri 35 yıllık çocukluk arkadaşım Necat.
İlk 15 gün çıkan grup, kardeşim Alper ve kuzenim Gökhan.
Bu şekilde girizgahı yaptıktan sonra gelelim seyahatimizin detaylarına.
Koufonisiye ulaşmak için izlediğimiz yol kısaca şöyle;
Sabiha Gökçen’den Pegasus ile 9:50’de Atina’ya.
Koufonisi’ye giden ferry ise sabah 7:00 gibi Pire’den kalkıyor.
Pegasus uçuşumuz bu ferryi yakalayamadığından, Atina’da bir gece kalmayı tercih ettik.
Koufonisiye gitmek için iki ihtimalimiz vardı, birincisi direk, diğeri Naxos aktarmalı.
Tabii ki biz direk olanı seçtik fakat ikinci kez internete baktığımızda, direk olanında yerlerin bitmiş olduğunu gördük.
Bu yüzden mecburen Naxos aktarmalı tercihimiz oldu.
İlgilenenler için fiyat bilgisi, High Speed’ler ile Pire-Naxos 50Eur.
Naxos-Koufonisi ise 23Eur.
Pire limanı havaalanı gibi.
Çok büyük.
Çeşit çeşit feriler, Ege’nin her yerine buradan dağılıyorlar.
Yaklaşık üç buçuk saatlik bir seyahatten sonra Naxos’a vardık.
Naxos’da ise 40 dakikalık bir beklemenin ardından yaklaşık 40 dakikada Koufonisi’ye ulaştık.
Koufonisi küçük Cyclades’ler denilen ada grubunun bir üyesi.
Son yıllarda popülaritesi iyice artmış.
Gözlemlerimize göre, günde iki kere bizim Bandırma-İstanbul tarzı feribotlarından geliyor.
Yaklaşık her gelişte 250-300 kişiyi adaya bırakıyor.
Araçlar hariç, sadece yaya gelenler.
Feri’den iner inmez yirmi metre yanımızda Manana bizi bekliyor.
Küçük marinet ferilerin yanaştığı yerin hemen dibinde.
Çabucak tekneye kendimizi atıp yerleşmeye başladık.
Adalar hakkında ekibin değerlendirmelerine de kısaca değineceğim.
Önce ekibi kısaca tanıtayım.
İki adet 17 yaş; bir kız, bir erkek.
Bir adet 13 yaş; kız.
İki adet 50 yaş; erkek. Biri ben, diğeri Necat.
İki adet de … yaş hanım. Hanımların yaşlarını pas geçelim.
Benim Koufonisi’ye ilk gelişim.
Ada serin, devamlı esiyor.
Yaklaşık 15 teknelik küçük bir marinet hemen feribot iskelesinin yanında.
Buraya rahatça bağlanılabilir. Su elektrik fiyata dahil. Tonoz var.
Bu adalar grubuna Ege’nin Maldivleri dendiğini okumuştum. Hakikaten bu yakıştırmayı hak ediyor.
Burada iki gün kaldık.
Genel olarak, ergenler dahil, adayı çok beğendik.
Çok kompakt bir ada. Her yer yürüyüş mesafesi.
Ama küçük olması hiç birşey olmadığı anlamına gelmiyor.
Barlar sokağı, fırını, güzel restoranları ile vakit geçirilebilecek bir yer.
Bu gün akşama doğru Necat ile Yunan, İtalyan ve Türkler’den oluşan iki takım olarak şahane bir plaj voleybol maçı yaptık.
Akşam yemeğinde de Kaptan Kostas’ın yerinde olacağız.
Yarınki rotamız Naxos’un güneyindeki Kalandhon koyu.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)